ANASAYFA YAŞAMÖYKÜSÜ FOTOĞRAFLAR KİTAPLAR İLETİŞİM
  ENGLISH ΕΛΛΗΝΙΚΑ

KİTAPLAR

"Sınırdışı Saatler romanıyla Mehmet Yaşın, Çağdaş Türk Romanı'nın yükselen duvarına önemli bir tuğla koyuyor. Bu tuğla çekilip alınsa yerine konabilecek benzeri bir roman yok... Farklı dil ve edebiyat kaynaklarından yararlanan Yaşın, özgünlüğüyle öne çıkan bir roman yaratmakla kalmıyor, Türkçe edebiyatın modernleşmesi konusundaki yerleşik anlayışı da Karamanlıca yoluyla sorguluyor."

- Semih Gümüş

"Mehmet Yaşın, Sınırdışı Saatler'de romanın 'sınır'larını sorgularken, bir yandan da bu sınırları zorluyor, genişletiyor. Misail Oskarus'un başına gelenlerin anlatıldığı bölümü, bu romanı çevirenin sunusu izliyor. Bu sunuda, Karamanlıca diliyle ilgili bilgiler aktarılıyor. Romanın 'Dördüncü Bab Yerine' olarak da 'Saatler Kitabı' adlı bir bölüm var. Bu, ilk bölüm olan 'Sınırdışı Kitabı'nı tamamlıyor. Dilin toplum hayatı ve insanlar için taşıdığı önemi bütün roman boyunca okuyoruz. Yaşın, özellikle resmi kayıtların düşüldüğü, resmi tarihlerin yazıldığı dilin nasıl bir iktidar aracına dönüştüğünü, dilsel olarak ifade edilemeyenlerin nasıl 'sınırdışı' edildiğini vurguluyor... Yaşın'ın romanında sadece bir siyasal alegori yaratmayı amaçladığını düşünürsek, romanın kurgusundaki oyunların roman içindeki önemini gözden kaçırabiliriz."

- Behçet Çelik

"Mehmet Yaşın'ın Sınırdışı Saatler'i, dilini ve yurdunu arayan Kıbrıslı bir adamın trajedisini gerçeküstü bir anlatımla ifade ederken, anlatım tekniği mevcut durumun akıldışılığı ile tamamıyla örtüşüyor. Sınırdışı Saatler, Ada özelinden yola çıkarak yapılmış en radikal savaş ve militarizm eleştirilerini barındırıyor. Kıbrıs'ta doğup büyümüş insanların vatansızlıklarını, iç ve dış dünyalarını, savaşın, şiddetin ve düşmanca duyguların birey ve toplum üzerinde yarattığı travmaları sergileyen hikâyeleri için 'şaşırtıcı' nitelemesini kullanacağım... Öyle anlaşılıyor ki toplumsal tahayyülümüzde asker ve siyasetçilerin özgürce tasarrufta bulunabileceği insansız bir savaş meydanı olmaktan öte bir anlamı yok Kıbrıs'ın; Türk yazarları oradaki çözümsüzlüğü kabullenmiş, seslerini yükseltip 'hain' damgası yemekten çekinmiş, yeşil adayı yeşil üniformalılara terketmişler. İşte bu nedenle şaşırtıyor vatanının neresi olduğunu bilemeyen bir adamın hayatını anlatan romanı."

- Ömer Türkeş
***
xxxi. Çarşambina Teyze

ÇARŞAMBİNA KARISI ben çalmadan kapıyı açtı. Elindeki gazlambasının titrek ışığında bir hayalete benziyordu. Fitilin ucunu bir parça daha çıkarmak için hafifçe burgusunu büktü. Işığı çoğalan lambayı yüzüme tutup, "Siz, rahmetli Mehmet Yaşın'ın romankişisi Misail Oskarus olmalısınız," dedi.
- Biz de sizi bekliyorduk.
- Kim söyledi geleceğimi?
- Eee, hepsimiz aynı yolun yolcusu, gelip geleceğimiz yer burası.
Yüzümün altında bir başka yüz görüyormuşçasına uzun uzadı-ya bakıp, "Bekleniyordunuz," dedi: "Niçin uzak duruyorsunuz ya ay a evladım? 'Ölülerden korkma, dirilerden kork' derler. Ben de derim ki, başkasından korkma kendinden kork..."
- Bir yerden mi okumuştunuz gelişimi? Gelecekte yapacağım şeylerin yazıldığı kitabı biliyorsanız bana da bildirin, kendim hakkında herkesten daha az şey biliyorum. Ne zamandır gazetelere de bakamadım.
- Maatteessüf, size bildirmem gereken evladım, cenouV gazilmagan seglerdir. Şöyle diyeyim de daha iyi anlayabilesiniz: Eskiden yazıldığı halde yakılıp yokedildiğinden tekraren yazılmayı bekleyen şeyler.
Bunu söylerken bir gazlambası daha yaktı. Ucu kırık lambasuyu şişesinde kalan son damlacıkları başka gazlambalarına boşaltmaya başladı. Damlacıklarla tam yedi tane gazlambası doldurmasından duyduğum şaşkınlığı belli etmemeye çalıştım.
Çarşambina'nın boyu şaşılacak kadar uzundu. Beyaz bürümcükten bir çarşafa büründüğü için böyle uzun görünüyordu herhalde. Yaşlılıktan küçülen yüzü deri-kemik kaldığından, karga burnu daha bir sivrilmişti. Derin kırışıklarla dolu gerdanı nasır bağlamış, o koca hellim dişleri iyice öne atılmıştı. Gözçukurlarına gömülü yeşil hareli mavi gözleri öylesine parlaktı ki, bir mumyayı andıran kocakarıyı capcanlı gösteriyordu.

***
Ya içimden "Kokona kocakarı" diye geçirdiğimi sezinlemişti ya da bana, "Acuze karısı Salıcazzısı'nın ktzkardeşi Çarşambina" diye takdim edildiğini tahmin etmişti, karşılık verircesine, "Çarşambina teyze diye çağırabilirsin beni," dedi.
- Kim bilir benim sonum da neye benzeyecek- Yardımcı olsanız da hakkımda yazılanları öğrenebilsem. Belki bir çözüm yolu bulabilirim.
- Harflerin şifresini çözmek, evladım, maatteessouj yetmez. Çünkü hakkınızda yazılanların sırrı daha derinlerdedir. Her yazılanın arkasında bir saklı yazı var ki, onu da her kişi kendi alnına yazılana göre okur. Romankişisi olduğumuz şu kitabı, iki ayrı okur okusa aynı yazıdan iki ayrı şey anlar. Yok ki zannedesiniz, yazanlar da çok iyi bilir yazdıkları hikâyenin ne demeye gideceğini.
- Ara bölgede yazarımla buluşacağımı ummuştum. Derken, yazınsal gerçeklik çerçevesinde evimi aradığım kanaatine vardım. Ama başımdan geçen onca olaydan sonra ne için burada bulunduğum hakkında bir fikir bile yürütemiyorum, kişisi olduğum romanın devamını öğrensem, belki buradaki varlığıma bir anlam verebilirdim.
Kocakarı, gazlambasını daha bir yaklaştırdı: "Ne kadar da çok ona benziyorsunuz."
- Kime? Yazarıma mı demek istiyorsunuz? Romankişisini kendine benzetmeyen yazar mı var Çarşambina teyzeciğim? Eskiden tedirgin olurdum, artık umursadığım yok. Çocuklar da anne-babalarına benzetilir. Oysa bir saatten sonra anne-babalarını kendilerine benzeten çocuklardır. Sorun şu ki, yazarımın benimle ilgili yazdığı her şeyi henüz bilemiyorum. Bu yüzden, burada yaşadıklarımı tam kavrayamıyorum.
- Yaşadıklarımızın mânâsını hangimiz bilirik, ya ay evlatcığım. İkide bir melayikeler de sorar: "Dünyada ne gördüydün?" Derim: "Vallahi, bir kapısından girdiiim, öbürüsünden gktım." Gözlerimi hayata yumduktan kellim, bir gün bile koymadılar ki huzur içinde düşüneyim. Niçin smırdışına atıldık? Ne diye bizi bu duvarın gerisinde tutarlar? Da ne bilirik a evladım. Zaman geçiyormuş, radyoda aynı havadisler, aynı örfi idarecilerin beyanatlarıyla tekrarlandığına göre, bana öyle gelir ki, zaman diye bir şey yok. Sanki bant takmışlar da hep tekrar eder, itmez bitmez bu resmigeçit. Eh bilemiyorum, bunların bir mânâsı var mı?
- Gazetelerde farklı şeyler yazanlar çıkıyor muhakkak... (İçimden ise şöyle geçiyor: "Bunların hepsi aynı. Haber diye yazdıkları emrolunan askeri bildirgelerden ibaret. Kimi gazeteye de bu haberlere muhalefet görevi vermişler ki, yalan haber gerçek olabilsin.") Vehayut işin aslını görebilmemize yardıma olacak sizin sihirlerinizden bir...
- Dünyadayken ben de meraklıydım okumaya, ya değil idim? (Ve az önce aklımdan geçeni okuduğunu anlatmak istercesine, söylediğime değil, söylemediğime cevap veriyor.) Tabii, biz kara bir delikteyiz, bazı gazetecilere muhalefet görevi veren istihbaratçılar da, sıçanı sığacak kadar ufak, kâinat kadar iri bu delik içindedir. Gerçi, bizim için yazılanların hepisi yayımlanmış değil. İç odaya geçince, eskiden yazılıp yokedilen kitapları ölüdillerden okuyacağım. Oralardaki hikâyeleri vakti zamanında göçebe akıncılar bizi sürerken rahmetli kocaninem ezberletmişti Gerekli şurubu, şerbeti içtim miydi, sayfa sayfa gözümün önünde açılır. Beni bir nevi gezici kütüphane diye telakki edebilirsiniz. Sihirlerim içimdeki hikâye kitaplarından gelir. (Mudillerin harufatındaki iksirden. Velakin raflarım da, sayfalarım da pek karışık evladım. Bu konuştuğumuz bölüm hangi kitaptandı, nasıl devam ediyordu?.. Maatteessüf, birbirini tutmuyor parça parça aklıma gelenler.

***
Çarşambina teyze, hikâyemizin giriş, gelişme, sonuç bölümleri hakkında, okuduklarına dayanarak varsayımlarda bulunurken, benim aklım felaketlerden ibaret olay kurgusundan çok, romakişileri-nin ortak heleti ruhiyesine takılmıştı. Bilebildiğim kadarıyla, edebiyat tarihinde benim resmen kaydedildiğim bir cemaat yoktu. Ne de milli bir yazı dili... Bu husustaki çekincemi lisanı hal ile sormayı denedim:
- Ben de sizinle aynı yerden miyim? Demek istediğim, siz, "biz" deyerek konuşuyorsunuz da.. Buradaki insanlar doğruyu söyleyemeyecek, hatta düşünemeyecek kadar birbirinden nefret ettiği için.. Geldim geleli herkes birbiri hakkında ileri geri konuşuyor.
- Birkaç şey soruyorsunuz tek bir sual imiş gibi Böyle yaparsanız cevaplarım daha çok karışacak. Buradaki insanların kötü kalpli olduğunu hâlâ öğrenemediniz miydi, ya ay evladım? Bir hayvano ğı da kırbaç altında kafese kilitlersen, doyurmak için de yanındaki diğer hayvanlara pençe atmasını şart koşarsan o da kötü olmaz? Kafesteki yer bir kişilik, efendiye ne kadar yaranabilirsen o kadar çok yaşama şansın var.
- Ben şansımı kaybettim herhalde teyzeciğim. "Etrafımız hep dış düşmanlarla sarılı" diyorlar ya, içerideki herkes de birbirine düşman. Yoksa düşman içimizdedir de, kendimizden bihaber miyiz?
- Çeşitli düşmanılarımız var evladım. Radyodan bildiriliyor, haini var, casusu var. O yüzden bizi dünyadan ayırıp sınırdışında tutuyorlarmış. Ben de spikerlerin yalancısıyım. Düşman ve hain diye bize kendimizi gösterdikleri de vakidir. Gazete diyorsunuz, burada üç dilde basılır. Aynı dilin farklı lehçelerinde veya ölüdillerde gizlice çıkanları da hesap ederseniz, pü'üüh, epeyce. Kimin ne olduğu her birisinde değişiyor. Maatteessüf, bilgim kifayetsiz, son düşmanımız hususunda yalan söylemiş olmayayım. Sormuştunuz, "Biz" kim, diye. Söyleyeyim: Biz, düşmanımız kim ise ona karşı olanız. Velakin ben eski düşmanlar ile hainler hakkında malumat sahibesiyim.
- Beni gazetelerden tanıyorsunuz.. (Nasıl edip de, gizli hafiyelere kalan "basın özgürlüğü"nün yaşama hakkımı elimden alıp, beni yeraltına hapsettiğini anlatacağım şu kocakarıya? Desem ki, huu, pasin kwrebi gapan swzde wzkour kazetelerin zumu izecennemin dipinde daci kitziasokulu Anlayacak mı? Bir şey diyemeden yutkunuyorum.)

***
Leb demeden leblebiyi anlayan Çarşambina teyze, kendi sözümü kesen sessizliğimi işitip cevap veriyor: "Ya ay evladım, bu yerin gazetecileri küflenmiş akıllı değillerse köşe başını tutabililler mi ya hiç? İlla ki yalana kulp takmanın bir yolunu bulacaklar."
- Ah, Çarşambina teyzeciğim, bilmez miyim! O sebeple, gazete mazete okuduğum yok artık.
- Eh, zaten a evlatçığım kırk sene evvelisi ne yazılıyorsaydı hâlâ aynısı yazılır. Siz istediğiniz kadar bekleyin, hiçbir şey değişmez. Çünkü zaman yok burada. Diyorum ki, şu mekân da yoktur belki. Pekâlâ, siz söyleyin kıymetli evladım, zaman yoksa, bulunduğumuz mekân da hayaliyse, o halde biz var mıyık?
- Yok mu? Bir rüya gibi görünse de, bunları kendi kafamızdan çıkarmıyoruz ya. Var olsak icap eder.
- Vallahi, ne var ne yokuz diyesim gelir, ama bunu kocakarı lafı saymanızdan korkarım. Dünyada geçerli kimlik kartımız yok. Aslında yok olduğumuza delalet etmez mi bu? Kendimizi var zanne-derik, o ayrı. Kulaktan kulağa bir fısıltıdır gider, güya iki tarafımızdan iki ordu eşgermiş, birbiriyle savaşır, arada bizi öldürürlermiş. Pekâlâ, siz söyleyin, dünyada kaydı kuydu bulunmayan birisi zaten yok olduğuna göre, onu öldürmek cinayet sayılır mı? Nasıl ispatlayacaksınız var iken yok edildiğinizi? Eh, madem hal böyle, bizden ne beklenebilir?
- Siz bekliyordunuz..
- Araf dedikleri ara taraftır, burada hep beklerik evladım. Bu şehir, farketmişsinizdir, surlarla çevrili bir kum tepesinden ibaret. Aynen bir bekleme odası. En yüksekte Karadağ diye tabir edilen bakır madeni var. Buradan sıcaklığını hissederik. Bir de denize kan gibi akan prit midir, nedir, bakır artığını.. Orada kullara ceza dağıtılır. Sınırı geçmeye teşebbüs edeni maden dehlizine atıp cehenneme yollarlar. Yığınak yapılmış, yüzünü beş parmak gibi örten tepeler barut fıçısı. Maatteessüf, büyük bir yangın çıktı. Elan daha için için yanar. Dağ, tepe bir anda infilak!. Havaya uçtuk. Kavrulduk evladım. Görmüşsünüzdür, dört bir tarafımız nöbet kulesi. Telörgüler de elektrikliymiş diye bir şayia var. Eh, biz de buracıkta kısıldık, beklerik.
- Anlıyorum.. (Ama anlayamıyordum.) Herhalde ben de buraya beklemek üzere gönderildim. Yoksa beklediğim için mi gönderildim? Acaba aynı şeyi mi bekliyoruz? Yani siz tam olarak neyi bekliyordunuz?
- Haa evet, şahsen o kadar zamandır beklerim ki, unuttum neyi beklediğimi... Asıl ismim neydi? Asil ismim bar migdi ki; Soyadı Kanunu diye bir şey gkarmış fetihçiler, kendi isimlerini bize yazdırmışlar. Yeni kimliğimizi aşağı postaladılar. Ama sokak adları da değiştirildiğinden, mektuplar gerçekte varolmayan bir yerdeki hayali kişilere gidiyormuş gibi geliyor bize. Onun için ay evladım, posta kutularımızı açmaya da korkar olduk.
Kaş yapayım derken göz çıkardım. Konuşmanın ağırlığını hafifletmek niyetine sarfettiğim lafın bir eşek şakası olduğunu ağzımdan çıkınca farketebildim: "Ölmeden kurtuluş yok yani size!"
- Yo'o'ok, gördüğünüz gibi mezarda da rahat yok. Baksanıza, mezar-taşındaki ismimi dahi silmişler. Planladıkları geleceğe uygun bir tarih yazacaklar diye, ölümyerimin yerine yenile uydurdukları bir ismi yazmışlar. Onların taktığı isimler dünyada geçersiz sayıldığından, gerçek isim de denemez ya,, Cümlemiz isimsiz kaldık evladım. Vallahi, artık bilemiyeceğim... Beni Çarşambina teyze diye çağırabilirsin. (Bir an durup, sır verircesine kulağıma fışıldıyor.) Yok, olur a, arada gene birileri gelip ismimizi cismimizi değiştirirse, beni şu şarkıyla çağırırsın: Her name is, it is yaya mas, it is yaya mas
today it is Çarşambina yes yes
enna enna çukudo bom bom bom
garigolli marigolli cangurilles
bom bom bosili si si si
bugün Veli yarın Vasili si si si
cangurulles mangurilles ismi bullez
under deep'teymiş si si bom bom yes yes
çık yukarı kereste kes! 

ANASAYFA YAŞAMÖYKÜSÜ FOTOĞRAFLAR KİTAPLAR İLETİŞİM