ANASAYFA YAŞAMÖYKÜSÜ FOTOĞRAFLAR KİTAPLAR İLETİŞİM
  ENGLISH ΕΛΛΗΝΙΚΑ

KİTAPLAR

"Mehmet Yaşın'ın şiirlerini, ilk kitabı Sevgilim Ölü Asker'den bu yana hep severek okudum. O, günümüzün çoğu şairi gibi gizemli anlaşılmazlık kolaylıklarında demirlemiyor. Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi'ni izleyen yeni yapıtı Eski Kıbrıs Şiiri Antolojisi bir seçki. Doksan sayfalık giriş bölümü, Mehmet Yaşın'ın kaleminden çok önemli bir inceleme. Kıbrıs'ta yaşamış uygarlıklar konusunda neredeyse başlı başına bir kitap, bir şiir kültürü kitabı... Ve Mehmet Yaşın Ada'nın bu macerasını alabildiğine nesnel tutumla dile getirmiş. Ardı sıra nefis şiirler, nefis şiir çevirileri. Kitabı okuduktan sonra çok tuhaf bir şey hissettim: Ada'dan kopup İstanbul'a yerleşen Kıbrıs doğumlu babamın bir ömür boyu sürmüş gurbetini. Bunu ilk kez hissediyorum."

- Selim İleri

"Mehmet Yaşın'ın şiirlerini okuduğunuz zaman, bütün modern Kıbrıslı şiirinin en önemli temsilcilerinden birisiyle karşılaştığınızı anlarsınız. Bunun ötesinde, antoloji ve edebiyat incelemeleriyle de, Kıbrıs şiir ve edebiyatının yeniden tanımlanmasında rol oynuyor."

- Stephanos Stephanides (Kıbrıs)

***
(...)

I. ESKİ KIBRIS ŞİİRİ'NİN YENİ OKUNUŞLARI

Kıbrıslırumların 'Kıbrıslı Şiiri' Tarifi:
Bu antoloji, 'Eski Kıbrıs Şiiri'ni, öncelikle dil ve edebiyatın kendisi için ele alıp, Adanın Elen-olmayan şiir birikimini de günışığına çıkaran ilk başvuru kitabıdır. Bugüne kadar, Türkçe dışında hazırlanmış Eski Kıbrıs Şiiri ya da Eski Kıbrıslı Şiiri başlıklı seçki ve derlemelerin hepsi Kıbrıslırum kurum ve yazarlarının elinden çıktı. Son 50 yılda ulusçuluk hareketine koşut bir yayın seyri gösteren bu antolojik kitapların temel yaklaşımı aşağı yukarı aynıdır: Kıbrıs edebiyatı, MÖ 7. yüzyıldan itibaren, bugünkü Yunanlılıkla özdeşleştirilen Eski Elen'le başlatılmakta, Bizans-Ortodoks ve Kıbrıslırum halk kaynaklarına dayalı bir kurgu içinde incelenmektedir. Böylece, 'Eski Kıbrıs Şiiri', sadece Yunan dilini, Elen mitolojisini, Rum-Ortodoks din ve kültürünü esas alan bir tarihsel sürekliliği, yani Kıbrıslıların, baştan beri Elen (Yunanlı) olduğunu doğrulamak amacıyla kullanılmaktadır.
Bu, edebi olmaktan çok, siyasi kaygılara dayanan bir tutumdur. Adadaki Yunan ulusçuluğunu haklı çıkarmak ya da 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Elenliğini gerekçelendirmek isteyenlere dil ve edebiyat bağlamında ideolojik malzeme sunmak endişesi belirgindir. Böyle bir endişe, Kıbrıs'ın Fenike, Asur, Yahudi, Arap, Maronit, Ermeni, Roma, Lüzinyan (Lusignan), Venedik, Osmanlı, Türk vb. şiir kaynaklarına elbet yer vermeyecek, hatta onları, mümkün olduğunca görünmez kılmaya çalışacaktır. Nitekim sözü edilen seçkilerde, Elence dışındaki şiir mirasına ya hiç yer verilmiyor ya da "geçici bir süre için Adaya dışarıdan gelmiş yabancı bir dil ve edebiyat" olarak öylesine değinilip geçiliyor.
Bu değinilip geçilenler arasındaki bazı Latin (Lüzinyan, Venedik), yani Levanten kökenli yapıtların, dili ve içeriği Elenleştiği ölçüde, Kıbrıs edebiyat içinde anılma şansı artıyor. Benzer bir tutum, Kıbrıslıtürklerle ilgili ya da Kıbrıslıtürkler tarafından Kıbrıslırumcası söylenen halk şiirlerine yaklaşımda da izleniyor. Kıbrıslıtürk varlığı, ancak bu çerçevede Kıbrıs edebiyat tarihine dahil ediliyor.

Kıbrıslıtürklerin Eski Kıbrıs Şiiri ve Çağdaş Kıbrıslırum Şiiri'yle Tanışması:
Kıbrıslıtürkler tarafından Kıbrıslırumcası yazılmış ya da Elen edebiyatından esinlenmiş şiirlere ve böyle bir şiir geleneğine dair bilgiye, Kıbrıslıtürk kurumlarının, resmi ya da yarı-resmi yayımlarında rastlamak da mümkün değildir. Kendini, devlet katından mazlum azınlık durumuna düşmüş bulanların tepkiselliğiyle davranan ve 1950'lerden beri milliyetçiliğin uçlarında at koşturan Kıbrıslıtürk edebiyat kanonu, 'Eski Kıbrıs Şiiri'ne,  Osmanlılardan önceki bütün her şey gibi ilgisiz kalıyor. Bugüne kadar, Osmanlı öncesi edebiyata ilişkin hiçbir Türkçe derleme ve çeviri yapılmaması, 1970'lerin sonuna kadar buna atıfta bile bulunulmaması şaşırtıcıdır.
Konuya ilk defa, '1974 Kuşağı' diye anılan şairlerin ilgi göstermesi rastlantı sayılamaz. Önceki şair kuşakları ve anlayışlarıyla köklü bir yol ayrımına giren bu genç şairler, yazmak istedikleri yeni şiir için, yeni bir edebi mirasa ihtiyaç duyuyordu. Her edebiyatta, şiir çeviri ve derlemeleri, genellikle, yeni arayışlara koşut seyreder. Değişmekte olan poetikalara göre ortaya çıkar ve onu pekiştirir. Adadaki Türkçe şiirin yanı sıra, Elence şiirin de kendini sorgulamasına yol açan genç Kıbrıslıtürk şairlerin, çok-kültürlü yeni bir 'Kıbrıslı Şiir' yaratabilmek amacıyla, eski Kıbrıs'ın çok-dilli şiirine el attığı söylenebilir. 1

Eski Kıbrıs Şiiri ve Kültürünün Kıbrıslılık İzleğiyle Kullanılışı:
Genç Kıbrıslıtürk şairlerin açtığı yeni edebiyat yoluna sonradan girenler, ekol izleyicilerinde genellikle görüldüğü gibi, daha uç noktalara savruldu. Sözgelimi, "Türk ulusçusu, Türkiye taklitçisi" olmakla eleştirilen kimi eski şairler, 1980'lerin sonlarında dramatik biçimde izlek değiştirdi. Farklı bir ulusçuluğun sinyallerini veren Kıbrıslılık izleğinde, "Kıbrıslıların ortak kültürü" adına, Eski Kıbrıs tarihinin, mitolojisinin dökümünü yapan şiir kitapları yayımlandı. Şiirsel bir kendilik ve incelikten çok, çeşitli resmi-tarihler tarafından sunulmuş anonim malzemeyi çoğaltan bu tarz, kendi çıkış noktasının tersi bir duruma düştü. Geleneksel ulusal kimliklere göre tasnif edilmiş bir kültürün, esasen de, Elen-Hıristiyan mitoslarına dayalı Avrupamerkezciliğin kodlarıyla dolu mevcut söylemleri yeniden üretti.
Kıbrıslıtürkler arasında yazılan bu tarz şiir, bir yandan, mitolojiyi Anadoluculuğa göre kullanan kimi Türkiyeli şairler, bir yandan da, Eski Elen kültürüne dayalı yerleşik edebiyat tezini 'a priori' bir kabulle sürdüren Kıbrıslırum şairler tarafından 'bizden' muamelesi görüyor. İlginç bir biçimde, her iki taraf da, aslında yeni kimlik mitosları adına yola çıkan bu Kıbrıslıtürk şairlerin yazdığını, kendi kültürel-aidiyetleri ya da ulusal-edebiyatları dolayında görüyor.
İşin Türkçe edebiyatla ilgili cephesine daha yakından bakarsak: Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı ve arkadaşlarının yarattığı, Anadolu-Elen-Roma mitolojisi ile kısmen Heretik İslamiyet, Musevilik ve Hıristiyanlığa ilişkin söylemlerin, Türkiyeli Türklerin edebiyatına egemen olduğunu görürüz. O zamandan beridir, birçok şair, mitoloji ile dini, hümanist Anadolucuların çizdiği çerçevede kullanıyor. Okurlar tarafından da o sınırlar içinde alımlanıyor. Türkiye'de bir şairin mitolojiyle ilgilenmesi, Türk edebiyatındaki duruşuna ilişkin bir manifesto sayılıyor. Böylece, Osmanlı-İslam kültürü ile divan şiirini esas alan 'gerici' ('dinci') edebiyata karşı, Anadolu-Avrupa kültürü ile halk şiirini esas alan 'ilerici' ('çağdaş') edebiyatı desteklediği varsayılıyor.
Ne Türk Edebiyatı'na, ne de Türkiye Edebiyatı'na ait olan, ama yalnızca 'Türkçe Edebiyat' içinde yer alan elinizdeki bu kitap ise, her iki söylemin de tamamen dışındadır. Okurlarından da, bugüne kadar Türkçede hazırlanmış ilkçağ, ortaçağ, yakınçağ şiir derlemelerine ilişkin mevcut önkabuller ve yerleşik kodlar dışında okunmayı talep etmektedir.

İlkçağ ve Ortaçağ Şiirinin Modernist Yaklaşımlarla Tasnifi:
Bu antoloji, Elen ulusçuluğuna karşı Türk ulusçuluğunu ya da Türk ulusçuluğuna karşı Kıbrıslı ulusçuluğunu gerekçelendirmeye çalışmak gibi bir tutumdan uzaktır. Ulusçuluk gibi, modernizmin ürünü olan ideolojik aidiyetler eleştirel analiz konusudur. Bununla beraber, her türlü toplumsal, kültürel aidiyet biçiminin üstüne çıkıp, sadece sanatı ilgilendiren 'tarafsız' bir derleme yapmış olduğumu iddia etmek, kendi akademik çalışmamı tarafsız analiz edememek olur.
Birincisi: Bu antolojik-araştırma, ortada bulduğu eski şiirleri gelişigüzel bir araya getirmiyor, tezli bir derleme yapıyor. 2700 yıllık şiir birikimini kendine göre kültürel ve yazınsal dönemlere, bölümlere, türlere ayırıp inceliyor. Bazı şiirleri, ilk defa, antik mezar- taşlarından, ortaçağ müzik ve ilahilerinden, dinsel, arkeolojik ya da antropolojik metinlerden deşifre ederek 'şiir' biçiminde sunuyor.
İkincisi: Bu kitap, 'tarafsızlık' iddiasıyla, aslında, kendini her taraf üzerindeki bir otorite gibi empoze etmekten kaçınırken, 'taraflılıklarını' da sorguluyor. Yerleşik, merkezi söylemleri, bir ucundan bir biçimde yeniden ürettikleri için kendilerini "tarafsız", "nesnel", "bilimsel" (ve şüphesiz ki bütünüyle "sanatsal") diye tanımlayan edebiyatçılarda rastlanan, her tür toplumsal ve kültürel aidiyeti aştıkları yanılsamasını tehlikeli buluyor. Dolayısıyla, bu antolojiye ve bölümlerine verdiğim adlar ve kendime göre yaptığım tarifler de sorgulanmak durumundadır:
Belki de, "Eski Kıbrıs Şiiri" diye bir şey hiç olmadı. Muhtemelen, geçmiş 2700 yılda, Kıbrıs'ta ya da Kıbrıs'la bir bağlantı içinde şiir yazanlar, bu yazdıklarına şiirden başka adlar veriyorlardı. 'Büyü', 'kutsama', 'dua', 'adak', 'yakarı', 'ilahi', 'şarkı', 'övgü', 'anıt', 'özdeyiş' vb. Bütün bu yazılı metinleri, Kıbrıs'ın eski şiiri diye görüp, şu edebiyat türüne değil de bu şiirsel tarza, şu ulusal birikime değil de bu kültürel geleneğe ait olduğunu varsayan bizleriz. Bu eski 'şiirleri' yazan Kıbrıslıların, kendilerini Kıbrıslı ya da Kıbrıs Eleni, Romalı, Venedikli gibi kimliklerle tanımladığı da bir varsayım.
Daha ileri gidersek, 2700 yıl boyunca, birçok farklı dil ve alfabeyi iç içe kullanan bu şiirleri, sanki mutlaka tek bir dile ait olması gerekiyormuşçasına ele alıp, "İtalyanca etkisindeki bir Elence ile yazdı", "Fenike dilinde olmasına rağmen arada Elen alfabesi de kullandı", "Kıbrıslırumcası ile Kıbrıslıtürkçesini bir arada yansıtan dizeleri var", yollu değerlendirmeler yapan da bizleriz. Bugünkü kendi uygarlığımıza göre yaptığımız bütün bu tarifler, gerçekte ulusal kültür kodlarıyla düşünmekten kurtulamayan bizlerin, modern birer buluşundan başka bir şey değil.
Eski şiirleri kavrayabilmek için, onların, sırf sanat olsun yazılmadığını, büyücü, kâhin ya da rahipler tarafından belirli dinsel ve toplumsal törenlerde söylendiklerini hesaba katmalıyız. Çünkü onların kapısını, ancak, dayandıkları kültün, paganist inanışların, Hıristiyanlığın, mitolojik ve folklorik geleneklerin anahtarıyla açabiliriz.  İlkçağdan başlayarak şiir, hem müzik, hem de dansla iç içe geçmiş bir sanatlar toplamından süzülüp geldi. Hayat deneyimleriyle, doğaya bağlı yaşama biçimiyle, insanın varoluşunun gizlerini çözme arzusuyla yoluna devam etti. Bugünkü edebi tariflerimize göre 'düzyazı', 'tarih güncesi', 'şarkı sözü', 'aforizma' vb. saydığımız eski metinlerin de, birer şiir olarak ya da şiirle bağlantısı içinde yeniden okunması yerinde bir çaba olacak: Binlerce yıl öncesinin şiir mirasını, kendimizce sınırlamalara sokmak yerine, onlar yoluyla sınırsızlığa açılabilmek için...

(...)

***

Peram (MÖ 370-310, Larnaka-tis-Lapithou ?)

YILIN HER AYINDA LAPTA'YI KORUYAN TANRILARA

Ben, Gestartoğlu Peram.
Lapta'da, [kutsal krallık] diyarında
tanrılara tapanların kılavuzuyum ve yol göstericisi
günahtan arınmak için adak kesenlerin.

Akram ayının on üçüncü gününde, kralın 13. yılında.
Narnaka'yı bekleyen efendim Melkart'ın
görüntüsünü yansıtan adanmış-heykelini diktirdim.
Hatırlansınlar diye, Laptalı kralımız Prakhippos
ve kraliyet-soyundan kral Demonikos.
Sen kutsa ve koru varımı yoğumu, ey Melkart!

Mattan ayında, Lapta kralı Brekşemes'in 3. yılında.
Ben, Peram, efendim Melkart için
tam altı gümüş kupa sundum.
İçi, ağırlığınca yarım-ölçü mina parasıyla dolu
ya da ellibeş bütün ile bir çeyrek drahmi.

Ve ardından aynı yılın Karar ayında.
Ben, Peram, Lapta'da, kendi tapınağında,
bu sefer efendim Osiris'e
altından bir lamba getirdim, ağırlığı on tebakim tutan
ya da sekiz litre kadar basan.

[İlkbaharın ilk] ayında, aynı kralın 15. yılında.
Ben, Peram, Lapta'yı bekleyen tanrıça Astarte'nin yüzü
görünsün diye tapınağından bize,
bronz bir heykelini diktirdim babam adına
hanımefendime adadım onu, güzel Astarte'ye.

[... gününde .... ayında .... yılında.]
Yine hanımefendim Astarte'ye sundum,
elli üç litre ağırlığındaki altın işli bir [sunguyu,
sayısız kabı, her biri bir başka] gümüş işi
ve binbeşyüzbeş [adet sikkeyi....]

Ve [.... aynı kralın son] yılında.
Ben, Peram, adanmış-anıtlar diktirdim
Lapta'da, Babil tanrılarına.
Onlar ki, kutsal tapınağında durur Lapta şehrinin.


Stasinos (MÖ 7. yy., Salamis ?)

KIBRISLI DESTAN

III
O zamanlar öyle bir zamandı ki, insansoyunun sayısız tohumu
serpilmiş olsa da dört bucağa ve sınırsız olsa da Yer'in bağrı,
birer yüktüler artık. Ve buna üzülen Zeus
akıllıca bir karar aldı, hafifletmek için
her-şeyi-doğuran Yer'i bunca kalabalıktan,
o büyük savaşı kızıştıracaktı Troya'da
ve ölümün ölçüsüz ağırlığıyla hafifletecekti Yer'in ağır yükünü.
Böylece Troya'da ölüme gitti nice yiğit ve öldü nicesi
öyle buyurdu diye Zeus.

VI
Sonra Zerafetler ile Saatler'in biçtiği bir elbise
giydirildi Aphrodite'ye,  sevinçli çiçekler içinde renklendi,
o çiçekler ki, ilkyaz onlarla giyinir, tıpkı Yarı-tanrıçalar gibi
çiğdemler ve sümbüller ve menekşeler içinde,
en gözalıcı güller, bütün güzelim güller
ve al horozlâlesi ile nergisin tanrısal taçyaprağı içinde...
Bu öylesine güzel bir elbiseydi ki,
hoş kokularını alıp götüremezdi kış bile.
Sonra güzel-gülüşlü Aphrodite ile ona eşlik edenler,
hizmetindeki Tanrıçalar, Zerafetler ile Nympha-Perileri,
saçlarını çiçeklerle süslediler yatağa serilmiş nakışlı bir örtü gibi
billur sesleri ise hoş bir şarkı çağırıyordu,
Dağ'a doğru saçılan bir şarkı, bin-pınarlı İda'ya.

VII
Kastor ölümlüydü ve onun alnına-yazılandı ölüm
Polydeukes'in Kaderi ise ölümsüzlük.

VIII
Eleni'nin mucizesi, üçüncü çocuk doğdu.
Güzel-saçlı Nemesis hayat verdi Zeus'tan olma kıza
oysaki zorla teslim olmuştu O'nun baştançıkarıcı aşkına.
Tanrılar-kralı Kronosoğlu kovaladıkça kaçıyordu Nemesis,
O ise daha da hırsla düşüyordu avının peşine, daha da
eziyet ediyordu Tanrıçaya duyduğu utanç ve öfke
böylece daha hızla kaçıyordu gözünün gördüğü yere,
kâh kıraç-topraklara, kâh hasat-vermez-denizlere...
Ama Zeus kabaran sonsuz şehvetiyle sürdürüyordu aramayı.
Şimdi Nemesis küçük, çevik bir balık son sürat yol alan
en derin denizlerin dalgaları arasında,
Okeanus'un akıntısıyla uzaklaşıyor Yer'in en ucundan da öteye
derken aniden bitiyor burda, geri döndüğü şu bereketli-toprakta,
kılıktan kılığa girerek, kâh ejderha, kâh vahşi beygir,
kaçıyor peşine düşenden, belki O'nu atlatabilirim diye.

X
Ve arzulandığı kadar rüzgârla dolu ve gemlenmiş bir denizde
Isparta'dan İliyon'a vardı Aleksandros,
üç gün üç gece çarçabuk bir deniz-yolculuğu ile
Eleni'yi de getirip beraberinde.

XI
Derken Aphidnae açıklarında, Theseus
Aleko'yu öldürdü ansızın canlanan bir çarpışmada, barbarca
güzel-saçlı Eleni uğruna...

XII
Çevik bacaklarına güvenerek Lynkeus
bir hamlede Taiyetos Dağlarına sıçradı, yamaçlarına doğru
tırmandığı yüksekler yükseği doruktan...
Ve Tantalosoğlu Pelops'un adası üzerinden,
dört bir tarafa şöyle bir bakış atıp taa öteleri gözetledi.
Ve üstünde-hayırlarla-doğan yiğidin
dehşetengiz bakışlarına yakalanmakta gecikmedi Onlar,
bir meşe ağacının kovuğundaki Kastor, atların-tımarcısı
yanında ödüllerle-taçlandırılmış Polydeukes.

XIII
Bir parçacık Tanrısal şarap, Menelaos,
her şeyden daha iyi gelir tasalarımızı yatıştırmaya.

XV
Böylece yeyip içtiler bütün bir günboyu
kendi evlerinden hiçbir şey getirmeden,
çünkü Agamemnon hazır etmişti her bir şeyi önceden.

XVI
Nasıl kestirebilirdim ki acıyı, nasıl anlayabilirdim...
Ve şimdi nasıl da acı doluyum Akhilleus'un benzersiz-ulu-ruhu için,
ah, onu ne çok seviyorum, onu ne çok seviyormuşum...
XX
Her ne ise Zeus'un kirli işleri, hem bu, hem de diğer hepsi
utancı sizindir ey insanlar!
Bunu itiraf eden tek söz çıkmasa da ağzınızdan, biz gene de biliriz
O'nun saldığı korkudur o utanılası işlerinizi yol açan.

XXI
Ve kadının O'na duyduğu aşk, korkunç bir ejderha
getirdi dünyamıza: Gorgonlarsoyu, Okeanos'un derin girdabında
sarp Sarpedon adasını mesken tuttu.

XXII
Akılsızın tekidir sadece babayı öldürüp çocuklarını bırakan.

(...)

ANASAYFA YAŞAMÖYKÜSÜ FOTOĞRAFLAR KİTAPLAR İLETİŞİM